…**DAR GELDİ…

18 ARALIK 2014/PERŞEMBE

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

DAR GELDİ

Giderken bir adımı götürmüşüm kendimle,
Orada kalmış her şey; aklım gönlüm ve sevdam,
Özgürlüğe yürürken; kokun sinmiş tenime,
Hiç yalnız bırakmadı; gece yıldız ve rüyam.

Sandım ki yakınlıktan; aşk oldu alışkanlık,
“Gidersem kurtulurum” demek büyük yanlışlık,
Yüzüme de yansıdı; içe düşen pişmanlık,
Yokluğunda dar geldi; büyük sandığım dünya.

G. DÜŞENLER

…**HİÇ BEKLEME YAR…

17 ARALIK 2014/ÇARŞAMBA

 HİÇ BEKLEME YAR

Hasret benim dostum oldu sayende,
Hiç bekleme ardın sıra gelemem.
Çok yalvardım sana gitme diyende,
Hiç bekleme ardın sıra gelemem.

Her gülen yüz benim içime dalar,
Anılar oturur; saçını yolar,
Dal kırıldı artık; çiçeği solar,
Hiç bekleme ardın sıra gelemem.

Sensiz yaşamaya sözüm var artık,
Kalsam da perişan her yanı yırtık,
Gelip oralarda; olamam sürtük,
Hiç bekleme ardın sıra gelemem.

Beni bende tutan sevdam gururum,
Gelirsem ihanet etmiş olurum,
Ayaklara düşer; aşkım onurum,
Hiç bekleme ardın sıra gelemem.

G. DÜŞENLER (Tuncay Yalın beye gönderildi. 05.07.2017)

…**GÖNLÜMÜ MAHKUM ETTİN…

16 ARALIK 2014/SALI

 

 

 

 

 

 

 

 

GÖNLÜMÜ MAHKUM ETTİN

Gönlümü mahkûm ettin; kaçamak gülmelere,
Ardından gizli gizli; yanıma gelmelere,
Hiçbir şeye benzemez aşka olan hürmetim,
Sen beni aldatarak; küstürdün sevmelere.

Kaçamak gelişlerde; tattırdın yalanları,
Sayende hatırladım; dün gelip gidenleri,
Hiçbir şeye benzemez düne olan hasretim,
Sen beni aldatarak; büyüttün olanları.

Zamansız yerde kestin; gülüşleri sohbeti,
Gönlümde mayaladın; acı denen illeti,
Hiçbir şeye benzemez sana olan nefreti,
Sen beni aldatarak; yaşattın ihaneti.

G. DÜŞENLER

…**AKLIM SENDE KALIR…

15 ARALIK 2014/PAZARTESİ

 

 

 

 

 

 

AKLIM SENDE KALIR

Senin alın yazında,
Ben vardım anlamadın.
Herkes anlattı sana,
Sen sana inanmadın.
_Bu aşk nasıl bir bela,
_Beni etti müptela.
Ağlarken gözlerine benim hasretim dolsun,
Acılar yokluğumda; gelsin sırdaşın olsun.

Ben seni alıp gitsem,
Suçlanacak kim kalır.
Seni bırakıp gitsem,
Hasret aklımı alır.
_Bu aşk nasıl bir bela,
_Beni etti müptela.
Ağlarken gözlerine benim hasretim dolsun,
Acılar yokluğumda; gelsin sırdaşın olsun.

G. DÜŞENLER

(Bestekar Türker ATİK beye gönderildi.)

…**AFORİZMA 2014/48…

13 ARALIK 2014/CUMARTESİ

 

_ “Kendini kandırmalaradır çoğu zaman gidişler…”

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

14 ARALIK 2014/PAZAR

 

_ “Ben senin kurşun kalemi karası gözlerinde kayboldum. Ben çizmiştim ya…”

G. DÜŞENLER

…**ESKİ YAZILARIM 2014/17…

08 ARALIK 2014/PAZARTESİ

 

BERKANT

Müdire hanımla birlikte yürüyerek sağ taraftaki koridorun sonundaki kapısı kapalı bir sınıfın önüne geldik. Müdire hanım bana dönerek “Bu atölyede başlayacaksınız; iki öğretmenli bir atölyedir. Umarım beğenirsiniz” dedi. Bu arada kapıyı tıklattı. Kapıyı açtı ve içeri girdik. Beni içerideki öğretmenle tanıştırdı. Birlikte çalışacağımızı söyleyerek başarılar dileyip atölyeden ayrıldı. Ben ve adı Göksel olan arkadaşla tekrar kendi aramızda detaylı bir tanışma faslı yaptık. Öncelikle atölyenin yabancısıydım. Alçı kullanılarak çeşitli hediyelik aksesuarlar yapılmıştı. Kısaca bilgi aldım arkadaştan. Aslında kolay çalışılan bir yerdi. Öğrencilerle de kendi çabamla tanışmayı denedim. Atölyede toplam altı tane öğrenci vardı ve yaş ortalaması on beşin üstündeydi. Yönetmelik gereği beş öğrenciden fazla olan sınıf ve atölyelerde öğretmen sayısı doğal olarak artıyormuş. Atölyeye ilk girişte yadırgamıştım. Bu sebeple de ilk öğrendiğim konu bu oldu. Tabi ki bu yeterli olmayacaktı. Önceliğim öğrencilerdi. Ortak paydaları vardı ama sanki her biri ayrı bir dünyanın insanı gibiydiler. Her birinin engeli farklı ölçüde, davranış ve beceri kazandırmıştı. Öğretmen arkadaş kısaca ayrı ayrı söyledi; gösterdi. Fakat bu kadarının bana yetmeyeceğini görebiliyordum.

 

 

09 ARALIK 2014/SALI

 

Atölyede yüz dört kiloluk bir Sencer’imiz, dokunmayıncaya kadar başını kaldırıp bakmayan Ferhat’ımız, biraz işkolik ve dikkat çekmeyi seven Arif’imiz, gördüğü her genç kıza âşık olan ve evlenme isteğini anında belirten Faruk’umuz, hata yaptığını anlayınca dikkat dağıtmak için kusmayı tercih eden Adnan’ımız ve sürekli kendi elleri üzerinde sulanan yaralarının kabuğunu koparmaya uğraşan; yarı otistik ama çok çabuk korkan ve her şeyden etkilenen; çişinin olduğu bahanesiyle sürekli atölyeden kaçmayı deneyen bir de Berkant’ımız vardı. Daha sonra öğrendim ki bütün öğrencilerin öz bakım problemlerini anne veya babaları yüklenmişti ve güçleri yettiğince, ayrıca öğrenciler için okula yapılan bağışlardan faydalandırılıyorlardı. Bu öğrencilerimiz arasında farklı olan Berkant’tı. Berkant dünyaya geldiğinde annesi ölmüş. Babası da bu olaya kızarak; sözüm ona evi terk etmiş. Berkant babaannesiyle birlikte yaşıyormuş. Fakat babaannede yaş epey ilerlemişmiş.

Berkant’ın ellerinde hemen hemen dirseklerine yakın bölgeye kadar sulu ve sürekli kanattığı bir yarası vardı. İlaçlanmadığı ve kendinin de otururken kabuklanmış bölgeleri yolup kopardığı için yara sürekli yenileniyordu. Aradan Berkant’ı tanıma süresi geçtikten sonra, durumunu müdire hanıma götürdüm. “İlaçlarıyla.

 

10 ARALIK 2014/ÇARŞAMBA

 

Kurum hemşiresini çağırtarak Berkant’ın doktor reçetesinin olup olmadığını, varsa ilaçların hemen servis şoförüyle aldırılmasını söyledi. Teşekkür edip atölyeme döndüm. Öğlen sonrasıydı; hizmetli atölyeye gelerek beni müdire hanımın çağırdığını söyledi. Hemen gittim. Odasında doktor önlüklü biri oturuyordu. Müdire hanım hemen ayağa kalktı ve “Gel öğretmenim; iyi olacak hastanın ayağına doktor gelirmiş” diyerek oturan kişiyi gösterdi. Merhabalaştık ve tanışma faslında; Üniversitede Tıp Fakültesi son sınıf öğrencilerinden olduğunu, gönüllü olarak okulları gezerek teorik ve pratik yardımlarda bulunduğunu söyledi. Çok hoş ve ulvi bir davranış diyerek takdirlerimi belirttim. Doktor hemen hemşireden reçeteyi isteyerek baktı. Müsaade isteyerek ilaçları almaya gitti. Geldiğinde Berkant dâhil herkes gitmişti. Ben müdire hanımla beraber bekledim. İki tane ilaç vardı. Biri yaralı bölgeye sürülecek diğeri ise yemek öncesi bir haptı. Tedavi süresi kırk gündü. Teşekkür ettim ve kutumdan ayrıldım.

Ertesi sabah okula geldiğimde ilk işim belliydi artık. Fakat Berkant’ın her şeyden korkmasını ve tepki vermesini hesaba katmamıştım. Elini yıkatma, kurulama, ilaçlama ve korunmayı başarmak neredeyse bir haftamı aldı. Ayrıca evde de yağlı yemek yedirilmemesi için babaanneye haber gönderip bilgi verdirdim.

 

 

11 ARALIK 2014/PERŞEMBE

 

 

uğraşacak kimsesi yok” deyince, ben üstlenebileceğimi söyledim. Çok memnun oldu bu davranışıma. İki taraflı koruma ve çalışmayla tedavi süremiz bittiğinde Berkant’ın ellerinde yaralardan emare kalmamıştı.

Berkant’ın kurtulduğuna çok sevinmiştim. İki yıl aynı atölyede çalıştık. O ürkek; her sese tepki veren, yemek için sırada bekleyemeyen ve yemek masasında bile diken üstüne oturanlar gibi yemek yiyen Berkant gitmiş yerine yeni bir Berkant gelmişti. Koridorda koluma giriyordu. Ara sıra yüzüme bakarak tebessüm eden biri gelmişti sanki… Arkadaşlarım bile çok şaşırmıştı. Dışarıya karşı pek temkinli olsa da arkadaşlarına “Git git, koş koş, hadi hadi” gibi basit kelimelerle sataşmaya başlamıştı.

İkinci yılın sonlarıydı. Babaanne hastalandığı için Berkant bir gün okula gelememişti. Biz öğrencilerle ilgili bilgileri doğrudan servis şoförlerinden alıyorduk. İkinci gün yine gelmemişti. Başka bir ilçede yaşayan bir amcasının olduğunu öğrendik. Telefonlaşma sonucu annesinin hasta olduğunu duyan oğlu ve gelini hemen gelip önce annelerine uğramış ve hastaneye kaldırmışlardı. Ertesi sabah teşekkür etmek için okula gelmişlerdi.

 

 

12ARALIK 2014/CUMA

 

 

İyi bir diyalog geçti aramızda. Berkant’ın yaralarının bahsi açılınca amcasından önce yengesi övgü üstüne övgü yağdırıp durdu.

İki ya da üç gün geçmişti ki Berkant’ın amcası ve yengesi tekrar okula geldiler. Bu sefer amaç farklıydı. Berkant’ı yanlarına almak istediklerini belirtmişlerdi. Doğrusu biraz şüpheli durdum. Çünkü Berkant zor biriydi. Yalnız kalamazdı. Sinirlense yengesinin gücü yetmeyebilirdi.

Konuşma esnasında yengesinin Berkant için, onu tanımak için bir yıl ücretsiz izine ayrıldığını söylemesi beni çok rahatlatmıştı. Konu tatlıya bağlanınca resmi belgeleri alarak ayrıldılar okuldan.

Babaanne hastanede iken Berkant amcası ve yengesi ile olmak zorundaydı. Babaanne uzun bir süre hastanede kaldı fakat çıkamadı.

Berkant şimdi yetişkin bir delikanlı oldu. Amcasının oturduğu ilçede bir rehabilitasyon/iyileştirme merkezine devam ediyor. Çok duruldu artık. Okulda bir hizmetli kadar işe yarıyor. Amcası ve özellikle çocuk yaşta genç bir gelin iken hayatını Berkant’a adayan yengesini hep saygıyla yad ediyorum…

G. DÜŞENLER

…**AFORİZMA 2014/47…

06 ARALIK 2014/CUMARTESİ

 

_ “Kötü günlerde; iyi arkadaşlarımızı tanırız. Bu yüzden kiminle güldüğümüz çok önemlidir…”

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

07 ARALIK 2014/PAZAR

 

_ “Boynumun büküldüğü akşam; senin, sevmediklerime ayırdığın zamandır…”

G. DÜŞENLER

…**İSYANA DÖNDÜRDÜN…

05 KASIM 2014/CUMA

 

 

 

 

 

İSYANA DÖNDÜRDÜN

Git artık kendini öldürdün bende,
Umudunu isyana döndürdün artık.
Bütün goncalarım soldu sayende,
Umudunu isyana döndürdün artık.

Gidişi boşuna sevdirme bana,
Yanımdayken bile uzaktım sana,
İçtim acıları ben kana kana,
Umudunu isyana döndürdün artık.

Demek ki acılar acı severmiş,
Görmeden içimde dertler göğermiş,
Seni sevmek bana çok ağır gelmiş,
Umudunu isyana döndürdün artık.

Bendeki bu gönül yalnız yaşıyor,
Seni sevmelerim can çekişiyor,
Acı ve hasretim hep yarışıyor,
Umudunu isyana döndürdün artık.

G. DÜŞENLER

…**ESKİ YAZILARIM 2014/16…

01 ARALIK 2014/PAZARTESİ

 

 

 

BAYRAMLIKLAR

Zorla uyuduğumuz gecenin sabahında; uyandığımızda babamızı bayram namazından dönmüş, annemizi bayram yemeğini pişirmiş bulurduk. Kahvaltımızı alelacele yer; sokağa çıkışı düşlerdik. Annem hepimizle ayrı ayrı ilgilenir giydirir hazırlardı. Önce evin içinde; babadan başlanarak bayramlaşma olurdu. Biz de öyle yapardık. Günler önceden aldığımız naylon ve lastik ayakkabılar, erkeklere göre triko Antep malı kazak ya da mevsimine göre düz yaka/hâkim yaka işlik/gömlek ve siyah moliskin/terlen kumaşından beli lastikli pantolon, kızlara dikilen belden büzgülü basma elbiseler, herkesi başka bir havaya sokardı. Normal zamanlarda giysilerin çoğu yamalıydı. Yeni elbiseler bizim için çok önemliydi. Her bayram aynı duyguları yaşardık. Yine de doymazdık. Çocukluğun saflığı bu olsa gerek. Kendimizi ödüllendirilmiş sayardık her halde.

Güzden kaynatılan buğdayların; bazen dingelerde (tek öküzle çekilen taş değirmenlerde) ya da el dibeğinde döğme haline getirilmesi ile çömlekler dolusu keşkekler, yahniler yapılır; yanına üzüm veya kaysı hoşafı çıkarılırdı sofralara.

 


02 KASIM 2014/SALI

 

 

 

 

Durumu daha iyi olan aileler etli köfte ve pirinç pilavı pişirirlerdi. Tatlı olarak baklava veya kadayıf maharetli ev hanımlarının işiydi. Zahmetliydi çünkü. Tabi ki yokluğun ve yoksulluğun adını yaşayanlar bilir.

Yeni alınan ne varsa bayramlarda ortaya çıkarılırdı. İnsan aklına gelen her şey…

Kahvaltıdan sonra en yakın komşulara gidilirdi. Küçükler gider, büyükler beklerdi. Gün boyunca hemen hemen her eve gidilirdi. Kimse unutulmaz, kimse yadırganmazdı. Çünkü her evin çocuğu vardı ve onlar da her eve giderlerdi. Üç gün sürerdi bu bayram gezmeleri. Dostluklar yenilenir küskünler barışırdı.

Yöresel adet miydi bilmiyordum ama özellikle nişanlı kızlara gönderilen bayramlık hediyeler çok önem arz ederdi. Adeta yarış havasında geçerdi bu hediye göndermeler. Kaynanalar ayrı ayrı anlatırlardı gönderdiklerini, kız anası ayrı anlatırdı kızına gelenleri. Bunlar toplumun güzel taraflarıydı aslında. Sadece bayramlarda değil; diğer zamanlarda da her şeyden “Pay gönderme” adedi vardı ki apayrı bir şeydi…

 

03 KASIM 2014/ÇARŞAMBA

 

 

 

 

Özellikle gönderilen hediyelerden çok etkilenen; memnun olan gelin adayları, köşesine kanaviçe ile isminin baş harfini işlediği mendili ya kendileri verirdi ya da en yakın birisi ile gönderirdi. Hoştu. Fakirlik vardı ama sadakat ve güvenme vardı. Delikanlı sevdiği kıza “Ölürsen yerin; yaşarsan benimsin”, kız sevdiği delikanlıya, “Seninle gelinlik; sensizken kefen giyerim” diyerek söz verirdi. Öyle ki herkes sevdiğine, kendine has maniler yazardı. Böyle daha da anlam kazanırdı ilişkiler…

Biz de bayramlarda köye giderdik. Köyde herkes hayvan beslerdi. Evlerde artan sütlerden yapılan yoğurtlar tuluklarda/yayıklarda geceden çalkalanmaya başlanırdı. Tereyağı alınıp hazırlanırdı. Elde edilen ayran tas tas ikram edilir. İsteyen su yerine; isteyen yemeğin yanında içerdi. Yaz kış evlerden yoğurt eksik olmazdı. İnek, manda ve koyun beslenirdi. Hemen hemen her mevsim süt bulunurdu. “Ağaran” dedikleri süt ve süt ürünleri hala ömrümüzde önemli bir yer tutar.

 

04 KASIM 2014/PERŞEMBE

 

 

 

 

 

Anneannemi hatırlıyorum. Öldüğünde ilkokul öğrencisiydim. Ne zaman onlara gitsek; tuluk (yayık)tan çıkardığı tereyağından bir kısmını “Kalın/fetir” diye adlandırılan tandır ekmeğine sürüp bana verirdi. Anneannem sabahın körü dedikleri, tüm işleri organize eder mal davarı yaylıma gönderir; gidenleri yola salar ve ondan sonra da kalanlarla birlikte kahvaltı yapardı. Bayram seyran fark etmezdi onun için. Günümüzün “süper babaannesi” idi sanki… Doğurduğu on çocuktan sekiz tanesi yakınlarında idi. Her bayram yanındaydılar. Gün akşama varmadan diğer ikisi de gelirdi. Gelenlerin ve oradakilerin çocukları da evin neşesini artırırlardı. Sevgi, bayram coşkusu ile birleşince anlatılamaz bir güzelliğe bürünürdü.

Riyadan gösterişten uzak; yarının umutlarını çocuklarının gözlerinde gören, fakirliğin hissedilmediği bayramlarımız vardı. Esnaf ve halk zekât ve fitrelerini yörenin ihtiyaç duyan insanına verdiği için bayram ihtiyaçlarını alabilme şansını yakalarlardı. Fakirini gözeten konu komşular vardı.

G. DÜŞENLER

…**AFORİZMA 2014/46…

29 KASIM 2014/CUMARTESİ

 

_ “Sen benim yaralı yanımsın. Aklım sende kaldıkça acılarım artıyor…”

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

30 KASIM 2014/PAZAR

 

_ “Bir kırık çerçevede hoş durmaz resim. Güzelliğinin yanında eksiklik göze çarpar…”

G. DÜŞENLER