…**ESKİ YAZILARIM 2014/11…

06 EKİM 2014/PAZARTESİ

OKUMUŞ ADAMLAR

İkinci kademe beşinci sınıfta; yani lise ikinci sınıfta iken herkes okulumuzun personelinin çocuklarının uygulama ilkokulunda uygulamalı ders işlemeyi öğrenirdi. Zaman yetmez sıra gelmezse, ilçe merkezindeki okullarda bire haftalık uygulamalı/gözetmenli ders işlenirdi. Okulun meslek dersleri öğretmenleri Orhan BALTACI bey ile Hatice BAŞKONUŞ hanım ve Türk Dili Edebiyatı dersi öğretmeni Ömer Faruk HUYUGÜZEL bey bu işlerin üstesinden gelecek bilgi, beceri ve donanımlara sahiplerdi.

Eğitim öğretimde son sınıfa gelindiğinde tüm öğrenciler, ikinci yarıyılda köylere staj yapmaya gönderilirdi. İaşeleriyle birlikte en az iki ay boyunca köyde kalacak şekilde; köy muhtarlığı gözetiminde bırakılırlardı. Bu stajyer öğretmenler köyün her şeyiyle ilgilenirler ve rapor yapıp öğretmenlerine sunarlardı. Bu birkaç aylık çalışma, meslek hayatları boyunca onlara tecrübe ve referans olurdu.

O zaman üniversite okumuş cahiller yoktu. Hayatı tanıyan okumuş insanlar vardı. Akademisyen kendi alanında akademisyen, âlim kendi alanının dışında da uğraş veren ve bütün dinlerin özelliklerini bilen âlimlerdi. Akademisyen projeci, öğretmen anlatıcı ve imam uygulayıcı; iknacı taraflarıyla insan modeli oluştururlardı.

07 EKİM 2014/SALI

Bu gün bin bir zahmet ve çaba ile üniversiteye gelmiş bir kişi fikrinin gereklerini yaşayamamış olacak ki gruplara katılmaya. Onlar gibi olmaya çalışmaktadır. Ülkenin menfaatini gözeten aklın yolunu değil; siyasi/menfi görüşe göre yönlendirmeye kanıyorlar.

Hal böyleyken; üniversitede bile kavga eden, cinayet işleyen kişinin topluma proje sunması, anlatması, uygulatıcı; iknacı ve örnek insan modeli olması mümkün müdür? Tabi ki hayır… Banka yağmalayan, esnafın vitrinini yakan, belediyenin hizmet için yaptığı yolları tahrip eden kişiden kimse hiçbir şey beklemesin demekten başka bir söylem yoktur. Her zaman alternatifi bırakıp karşıt kavramları ile yaşayan bir ruh hali ile içinde olmak yapıcı olmaya engeldir.

Toplumlar ancak ehil ellere teslim edilirse devam eder. “Liyakat” dediğimiz “Hak ediş” pek de kolay elde edilmez. Büyük bir emek ve bu emeğin karşılığında kazandırdığı güvene dayalıdır; liyakat. Liyakatin günümüzde terim olarak karşılığı “Ehliyettir” bana göre.

Bir toplulukta ya da camide imam yoksa hazırda; yerine güvenilir bir kişiye cübbe giydirilir. Başkan yoksa seçilinceye kadar yerine en güvenilir bir insan vekil seçilir. Tüm bu anlatımlar usta/çırak ilişkisi olarak algılanmamalı. Buna benzer birçok örnekle konu pekiştirilebilir. Eskiden okumuşlar dahi konuşmak için söz istediğinde edep/adap bağlamında izin isterdi. Hatır sayar kıymet bilirdi. Onun için adının yerine “Okumuş adam” yakıştırması yerleştirilirdi.

Tıbbın, edebiyatın ve bütün gelişen teknoloji imkânlarına rağmen, günümüzü anlatmak için; ümitsizliğimiz belirten bir cümle olarak diyoruz ki; “Okuyan” değil, “Okumuş” adamlarımız vardı…

G. DÜŞENLER

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir