10 KASIM 2014/PAZARTESİ
VAN GÖLÜ ÇOCUKLARI
Sokağa her çıktığımızda mutluluğumuz tavan yapardı. Kendi evimizden daha rahattık desem; abartmış olmam. Bütün konu komşu çocukları toplanırdık. Tabi ki mutlu olmamız lazımdı. Çünkü bu kadar arkadaş kalabalığı ile hiç bir eve sığmazdık. Üstelik oyunlarımız böyle daha zevkli oluyordu.
Ne kadar güzeldi o birliktelikler. Herkes herkesin arkadaşıydı. Kızlı erkekli oynadığımız oyunlar da vardı; ayrı ayrı oynadığımız oyunlarda. Arkadaşlar arasında her hangi bir anlaşmazlık ve kapışma olduğunda bizleri barıştıran arkadaşlarımız vardı. Eve kırgın ya da dargın varmak yoktu. Büyükler bizim kavgalarımızı görmezdi. Görse bile görmezden gelirdi. “ Çocuk; köpek aynıdır. Boğuşurlar ama aynı kaptan yemek yemeyi severler” derlerdi. Her şeyi kendi aramızda çözebilme sorumluluğu yüklemeye çalışıyorlarmış ama geç anladık.
Akşam ezanı okunmadan girmezdik evlerden içeri. Çoğumuzun evlerinde tandırlar yanardı gündüzden. Annelerimiz, işleri bitince büyük yağ tenekelerinde ya da çamur küplerde su bırakırdı tandırın içine. Kalan közde bu sular ısınırdı. “Çal” dediğimiz sallardan yapılmış banyolarda ya da tandır evinin en “Halvet” yerinde demir/sac leğenler içinde yıkanır paklanırdık…
11 KASIM 2014/SALI
Yemekten sonra, bir oyun faslı da oturmaya gelen misafir çocukları ile başlardı. Gece yarılarına kadar otururdu herkes. Sohbetlerin en koyusu demlenirdi. O petrol/gaz lambalarının ışığı altında bile herkesin yüzündeki tebessüm görülürdü.
Büyüme, okul çağına gelme ve gençlik yılları insan hayatında; eminim ki en önemli dönüm noktasıdır. Tabi on iki eylül gelinceye kadar…
Büyüdükçe oyunlarımız; oyun alanlarımız, arkadaşlarımız da değişti. Ölçü girdi hayatımıza. Gözetme; kollama girdi. Sahiplenme girdi duygularımıza. Büyüklerimizin bizi takibi, uyarmalar girdi konuşmalarımıza. Karışmalar başladı kavgalarımıza. Bizim yüzümüzden ailelerimiz kırıldı eski dost ve komşularına. Ama her şeye rağmen, aileleri barıştıran dost ve komşular hep vardı ardımızda. Akşama kalsın istemezdik dargınlık ve küskünlükler. Hele yaz geceleri ay ışığı olduğunda yatıncaya kadar dışarılarda oturulurdu. Bambaşkaydı gençlik yılları.
Yeni evler kurduk evlerimizin yanına, belirli bir zamandan sonra. Çoğumuzun oyun oynadığı yerlerde çocuklarımız oyun oynadı. Bizlerin evleneceği arkadaşları seçtiği; kolladığı, koruduğu, sahiplendiği yerlerde şimdi çocuklarımız var. Zaman öyle çabuk geçmişti ki; her şey dün gibi… Öyle olmasını, kalmasını ne kadar çok istiyorum…
12 KASIM 2014/ÇARŞAMBA
Çocukları barıştıran arkadaşları, komşuları barıştıran dostları, aileleri barıştıran yöre büyükleri hep olsun isterim. Saygı, sevgi; kadir, kıymet ve insana insan değeri verilen bir dünya hep olsun…
Hatırladığımız birçok ölümlük darbeli kavgalar ve hatta ölümler var. Tüm bu hata ve yanlışlardan döndüren; başka yüreklerin yanmasını istemeyen aile büyükleri gördük. Kavgalıları barıştırmayı görev sayan, bunun için kendi cebinden katkı sunan büyüklerin tekrar olmasını istiyorum; özlüyorum.
Mahallede kavga olsa onları diğer mahalleliler, köyde kavga olsa, onları diğer komşu köylerden gelir barıştırırlardı. Barışmak ya da barıştırmak için gidenler; yanlarında eşlerini de götürdüklerinde, o barışma mutlaka olur tatlı sona bağlanırdı. Çünkü kadının başındaki örtü, “Peygamber sarığı” gibi/olarak kabul edildiğinden toplantılarda misafir kadınlardan biri başını açmak istediğinde bütün her şeylerden vaz geçilerek barış olurdu. Bu, kadına verilen apaçık bir değerdi aslında.
Hangi konuda olursa olsun, dayanışma her zaman güç kazandırır. Dayanışmanın temelinde saygı ve saygı yatar. Saygı ve sevgi kişinin kendisine verdiği değerle ölçülür. Kendine saygı duymayan başkasına da duymaz.
Çocukları seven; gençleri kollayan, kadına saygıdan yola çıkarak kocaya değer veren insanlarımız vardı.
G. DÜŞENLER